Sahnede Şiddet: Görmek mi, Anlamak mı?
- fuayeankara

- 20 Ağu
- 5 dakikada okunur

Fuaye Ankara'dan Nihan ve Sevgi, tiyatro sahnesindeki şiddet temsilini masaya yatırıyor: Seyirci olarak neye maruz kalıyoruz ve tiyatronun sorumluluğu nerede başlıyor?
Tiyatro, toplumu ve bireyi yansıtan en güçlü aynalardan biri. Peki, bu ayna şiddeti nasıl ve ne kadar göstermeli? Fuaye Ankara'nın son YouTube yayınında Nihan ve Sevgi, son zamanlarda sahnelerde daha sık karşılaştığımız bu hassas konuyu derinlemesine bir sohbete taşıdı. Sadece birer seyirci olarak değil, aynı zamanda bir psikolojik danışman olan Nihan'ın profesyonel bakış açısıyla zenginleşen bu diyalog, "Sahnede şiddeti neden daha çok görüyoruz?", "Bunun seyirci üzerindeki etkisi ne?" ve "Tiyatroların etik sorumluluğu nedir?" gibi kritik sorulara yanıt arıyor.
İşte o keyifli ve bir o kadar da düşündürücü sohbetin tüm detayları...
Şiddet Neden Sahnede Daha Görünür Hale Geldi?
Sohbet, şiddetin tiyatro sahnesindeki görünürlüğünün neden arttığı sorusuyla başlıyor. Nihan, konunun tarihsel sürecine değinerek, geçmişte şiddetin estetik ve etik kaygılarla daha çok sahne dışında, ima yoluyla hissettirildiğini belirtiyor. Peki, günümüzde ne değişti de şiddet sahnenin merkezine bu kadar cüretkârca yerleşti?
Bireysel Farkındalık ve "Şiddetin Pornografisi": Toplum olarak kendi içsel çatışmalarımızın daha çok farkına varmamız, sahnede gördüğümüz çatışmalarla empati kurmamızı sağladı. Ancak bu durum, madalyonun diğer yüzünü de beraberinde getirdi: "şiddetin pornografisi". Bu kavram, şiddetin sanatsal bir amaç veya derinlik olmaksızın, sadece şok etkisi yaratmak ve seyircinin ilkel merak duygusunu sömürmek için kullanılmasını ifade ediyor. Empati ile röntgencilik arasındaki o ince çizgi, şiddet açıkça sergilendiğinde kolayca aşılabiliyor ve seyirci, bir tanık olmaktan çıkıp pasif bir izleyiciye dönüşme riskiyle karşı karşıya kalıyor.
"Örtmek Yerine Gösterme" Tercihi ve Kolaycılık: Sanatçılar artık sorunları örtmek yerine, "hadi bunu konuşalım" diyerek doğrudan göstermeyi tercih edebiliyor. Bu, bazen cesur bir sanatsal duruşun, bir isyanın veya gerçekçilik arayışının bir parçası olabilir. Ancak, bu tercih aynı zamanda bir anlatı kolaycılığına da dönüşebilir. Şiddetin ardındaki psikolojik ve toplumsal dinamikleri incelikli bir dille işlemek yerine, onu en kaba haliyle sahneye koymak, bazen daha az çaba gerektiren bir yol olarak görülebilir. Fakat burada kritik soru şu: Bu gösterme biçimi ne kadar doğru, etik ve yararlı? Seyirciye gerçekten bir içgörü sunuyor mu, yoksa sadece rahatsız mı ediyor?
Duyarsızlaşma ve Sarsma İhtiyacı: Gündelik hayatta, özellikle sosyal medya akışlarımızda, travmatik olaylara, savaş görüntülerine ve şiddet haberlerine o kadar çok maruz kalıyoruz ki, duyarsızlaştık. Bu durum, sanatta "şok değeri" ekonomisini doğurdu. Artık seyirciyi etkilemek için çıtanın sürekli yükselmesi gerekiyor. Tiyatronun bizi sarsmadan düşündüremeyeceği gibi bir yanılgı oluşmuş olabilir. Nihan, bu durumu Polonya'daki Auschwitz kampı ziyareti ve sonrasında izlediği filmlerle ilgili kişisel deneyimi üzerinden örneklendiriyor: "Belli bir yerden sonra İkinci Dünya Savaşı'nı konu alan bir filmmiş, 'ha tamam'a dönüştü." Bu duyarsızlaşma, sanatçıları seyircinin dikkatini çekebilmek için daha aşırı yöntemlere itebiliyor.
"Duygusal Eşiğin" Aşılması: Tıpkı bir ilişkide hakaret kelimesi bir kez kullanıldıktan sonra devamının gelmesi gibi, tiyatroda da şiddet bir kere gösterilip ilgi gördükten sonra bu "duygusal eşik" aşılmış olabilir. Bu durum, hem sanatçılar hem de seyirciler için bir geri besleme döngüsü yaratır. Seyirci daha fazlasını beklemeye başlar, sanatçı da bu beklentiyi karşılamak için şiddetin dozunu artırma baskısı hisseder. Sonuç olarak, bir zamanlar sarsıcı olan şey, zamanla sıradanlaşır.
Görmek ve Anlamak Arasındaki Psikolojik Uçurum
Nihan, bir psikolojik danışman olarak konunun en can alıcı noktasına parmak basıyor: Şiddeti doğrudan görmek ile anlamak arasında büyük bir psikolojik fark var. Birini travmatize etmekle, ona bir durumu anlatmak aynı şey değil.
Şiddeti Gördüğümüzde Ne Oluyor?
Fizyolojik Tetiklenme ve İkincil Travma: "Ayna nöronlar" sayesinde sahnede gördüğümüz fiziksel şiddet, beynimizde de benzer bir etki yaratarak bizi fizyolojik olarak tetikler. Kalp atışımız hızlanır, kaslarımız gerilir; bedenimiz, gördüğü şeyin kurmaca olduğunu tam olarak ayırt edemez. Bu durum, özellikle kişisel travma geçmişi olan seyirciler için "ikincil travma" yaratma riski taşır. Sahnedeki olay biter ama onun bedensel ve ruhsal yankısı seyirciyle birlikte salondan ayrılır.
Anlamdan Kopuş: Doğrudan şiddete maruz kaldığımızda, beynimiz "savaş ya da kaç" moduna geçer ve analitik düşünme yetimiz zayıflar. Olayın nedenini veya verilmek istenen mesajı düşünmek yerine, anın kendisine ve travmatik etkisine odaklanırız. Örneğin, sahnede bir işkence sahnesi varsa, seyirci karakterin neden o noktaya geldiğini veya sistemin eleştirisini düşünmek yerine, "Bu ne kadar gerçekçi?", "Oyuncunun canı acıyor mu?" gibi daha somut ve anlık sorulara takılıp kalabilir. Yani, "ne olduğu", "neden olduğunun" önüne geçer.
Duyarsızlaşma: Şiddeti sürekli görmek, zamanla ona karşı duyarsızlaşmamıza neden olur. Bu, sadece tiyatro için değil, genel olarak toplumsal bir sorundur. Sanatın iyileştirici ve farkındalık yaratıcı gücü, seyircinin duygusal tepkileri köreldiğinde etkisini yitirir.
Şiddeti Anladığımızda (İma Edildiğinde) Ne Oluyor?
Duygusal Mesafe ve Hayal Gücünün Gücü: Şiddet doğrudan gösterilmediğinde, olayla aramıza sağlıklı bir duygusal mesafe koyabiliyoruz. Sahne dışında kırılan bir bardak sesi, bir karakterin içeri girdiğindeki titreyen elleri, bir diyalogtaki tehditkâr bir sessizlik... Bu tür incelikli yöntemler, seyircinin hayal gücünü devreye sokar. Seyirci, pasif bir alıcı olmaktan çıkıp anlamı yaratan aktif bir katılımcıya dönüşür. Çoğu zaman, zihnimizde canlandırdığımız şiddet, sahnede görebileceğimizden çok daha etkili ve kişisel bir yankı bulur.
Bilişsel Değerlendirme: Zihnimiz, kendi yaşanmışlık ve bilgi dağarcığına göre o şiddeti "tahammül edebileceği kadar" yorumlar. Bu, mesajı işlemleme sürecini daha sağlıklı ve daha az yorucu hale getirir. Herkes, o ima edilen şiddeti kendi filtresinden geçirerek anlar ve bu, deneyimi daha kişisel ve derin kılar.
Mesaja Odaklanma: Olayın kendisine değil, hedeflenen mesaja, yani şiddetin sonuçlarına, karakterler üzerindeki etkisine ve toplumsal yansımalarına odaklanabiliyoruz. Sevgi'nin de belirttiği gibi, "Görsel olarak görmediğim, birebir gösterilmeyen şiddet sahneleri izlediğim zaman tiyatroda o his beni rahatsız ediyor, bir ağırlık çöküyor. Ama diğer taraftan ben bunu görmüyorum, oradaki yaşanılan duygu bana hissettiriliyor. Bu bana daha sanatın içinden geliyor."
Tiyatroların Sorumluluğu ve "Uyarı" Meselesi
Peki, bir tiyatro ekibi şiddeti doğrudan göstermeyi tercih ediyorsa ne olmalı? Sohbetin en önemli başlıklarından biri de bu: Seyirciyi koruma sorumluluğu. Bu, sansür talep etmek değil, seyircinin ruh sağlığına saygı duymaktır.
Sevgi, bu konudaki endişesini televizyon dizilerindeki "farkındalık yaratma" adı altında sunulan şiddet sahnelerine benzeterek dile getiriyor: "Sen beni rahatsız ederek, o sahnede bunun aynısını göstererek, belki ben onun aynısını yaşadıysam beni nasıl koruyacaksın?"
Bu noktada "tetikleyici unsur uyarısı" konusu gündeme geliyor.
Neden Gerekli? Bu, seyirciye "bilgilendirilmiş onay" hakkı tanımaktır. Tıpkı epilepsi hastaları için yapılan ışık uyarıları gibi, travmatik içerikler için de uyarılar olmalı. Seyirci, ne izleyeceğini bilerek ve o akşamki duygusal yükü kaldırıp kaldıramayacağına kendi karar vererek salona girme hakkına sahip.
Neden Zor? Bu uyarının sınırlarını kimin çizeceği, neyin kime göre travmatik olduğuna kimin karar vereceği gibi muğlaklıklar var. Özellikle bağımsız tiyatrolar, bu uyarıların seyirci sayısını düşüreceği ve "cesur" olarak nitelendirilen işlerden uzak durulmasına neden olacağı kaygısını taşıyabilir.
Çözüm Ne Olabilir? Tiyatro ekipleri, oyun metinlerini ve sahnelemeyi birkaç psikolog veya çocuk gelişim uzmanı gibi profesyonellerle değerlendirerek daha objektif kararlar alabilir. Afişte olmasa bile, oyun başlangıcındaki anonslarda veya dijital bilet platformlarındaki oyun açıklamasında bu uyarılar yapılabilir. Bu, seyirciyle tiyatro arasında bir güven ilişkisi kurmanın da bir yoludur.
Acıya Bakma Arzusu mu, Tanıklık Etme Sorumluluğu mu?
Nihan, konuyu felsefi bir zemine taşıyarak harika bir ayrım yapıyor: "Acıya bakma arzusuyla acıya tanıklık etme sorumluluğunu ayırmak gerekiyor."
"Acıya bakma arzusu", pasif bir merak ve röntgencilikle ilgilidir; başkasının acısını bir tüketim nesnesi olarak görür. "Acıya tanıklık etme sorumluluğu" ise aktif, etik bir duruştur. Anlamayı, ders çıkarmayı ve belki de harekete geçmeyi içerir. Tiyatro, bu iki yoldan birini seçer: Ya seyircinin ilkel merakını sömürür ya da onu bilinçli bir tanığa dönüştürür. Tiyatroyu üretenlerin de bu ayrımı yapması kritik: Seyirciden ne istiyorlar? Sadece izlemelerini mi, yoksa sorumluluk almalarını mı?
Sonuç: Bilinçli Seyirci, Sorumlu Tiyatro
Sohbetin sonunda Nihan ve Sevgi, bunun tek taraflı bir beklenti olmadığının altını çiziyor. Bu, hem tiyatro ekiplerinin hem de seyircilerin katılımını gerektiren karşılıklı bir süreç, bir diyalogdur.
Tiyatrolardan Beklenti: Seyircinin neye maruz kalacağının sorumluluğunu almaları, etik değerlerini gözden geçirmeleri, seyirciyi koruyan, onaran ve iyileştiren bir yerden sanatlarını icra etmeleri. Sanatın gücünü, travmayı yeniden üretmek için değil, onu anlamlandırmak ve aşmak için kullanmaları.
Seyirciden Beklenti: Ne izlemek istediği konusunda talepkâr olması, özenli ve etik değerlere sahip ekipleri ayırt etmesi ve desteklemesi. Seyirciler, bilet tercihleriyle ve geri bildirimleriyle tiyatroları daha sorumlu bir çizgiye çekebilirler.
Nihan ve Sevgi'nin de dediği gibi: "Sahnede şiddet istemiyoruz. Bizi travmatize etmenizi istemiyoruz. Bizi korumanızı, onarmanızı, iyileştirmenizi ve bilinçli seyirci için sorumluluk almanızı bekliyoruz."
Bu değerli sohbet, Ankara'daki ve Türkiye'deki tüm tiyatroseverler ve üreticiler için önemli bir farkındalık çağrısı niteliğinde. Umarız bu ses, provalarda, kulislerde ve sahnelerde yankı bulur ve sanatın iyileştirici gücünü daha bilinçli kullanmamıza vesile olur.



