top of page

KentFest Söyleşileri #1 — Ankara’daki Bağımsız Sanat Kurumları: Cermodern ve Kült Kavaklıdere Üzerine Ayrıntılı Bir Not

KentFest’in “Meselemiz Ankara” başlıklı söyleşiler dizisinin ilk buluşması, Ankara’daki bağımsız sanat kurumlarının nasıl doğduğunu, nasıl dayandığını ve şehre nasıl dokunduğunu iki farklı deneyim üzerinden açtı: Cermodern (Zihni Tümer) ve Kült Kavaklıdere (Ceren Özcan). Festivalin yalnızca gösterilerden ibaret olmadığını hatırlatan bu oturum, sahne sanatlarıyla sınırlı kalmayan bir kültür haritasını; hafıza, miras, erişilebilirlik, işletme pratikleri, seyirciyle ilişki ve sürdürülebilirlik eksenlerinde ayrıntılı biçimde tartıştı.


ree

KentFest’in kurduğu çerçeve, “ara alan/arabulucu” niteliğindeki sanat mekânlarının şehirle ve seyirciyle kurduğu ilişkiyi görünür kılmayı amaçlıyor. Bu yıl başlık “Meselemiz Ankara”. Açılış oturumu, iki kurumun kesiştiği ortak zemini “kültürel miras” üzerinden tanımladı: Cermodern için endüstriyel mirasın kültürle yeniden işlevlendirilmesi; Kült Kavaklıdere için şehrin sinema belleğinin bugünün çok-disiplinli üretimleriyle yeniden canlandırılması.


“Sekonder kent” olarak Ankara ve mekân koruyuculuğu


Zihni Tümer konuşmasına, Cermodern’in “post-endüstriyel” bir yapıyı 15 yıldır kültür odağına dönüştürme deneyimiyle başladı. Ankara’yı, İstanbul’la “yarıştırılacak” bir alan olarak değil, kendi ritmini ve ekosistemini kuran bir “sekonder (ikinci) kent” olarak tarif etti. Dünyadaki benzer ikiliklere (örneğin Roma/Torino gibi) referansla, sekonder kentlerin üniversiteler, bağımsız oluşumlar ve bireysel çabalarla örülü servis ve üretim ağları üzerinden değer ürettiğini vurguladı. Bu perspektif, Cermodern’in 16.000 m²’yi aşkın alanını salt ticari işletme mantığına teslim etmeyen; çok-disiplinli, gri bölgeleri besleyen bir programlama anlayışının zeminini açıklıyor.


Tümer’e göre bugün dünyada “kendi kendine yeten” kültür mekânı kalmadı; bağımsızlık, karar alma esnekliği ve yerinden operatörlük kapasitesiyle anlamlı. Onun “mekân koruyuculuğu” dediği yer tam burada: Gelirini yeniden üretime yatıran, sanatın sorumluluğunu (doğadan ve kamudan “ödünç alınanı” yerine koyma etik borcunu) akılda tutan, gösterişli ama boş bir vitrinden kaçınan bir işletme etiği.


Kült Kavaklıdere: Sinemadan daha fazlasına dönüşen bir bellek alanı


Ceren Özcan, Kült Kavaklıdere’nin zamanlar arası bir mekân olarak kurulduğunu anlattı. 1968’de açılan Kavaklıdere Sineması, 1980’lerin sonunda dört salona bölünmüş; kapanışının ardından uzun yıllar “hayalet tabela” olarak Tunalı’da görünmüş. Bir kolektif tarafından devralınan mekân, “sinemadan daha fazlası” iddiasıyla yeniden işlevlendirildi: Bugün sinema gösterimleri, sergiler, küçük ölçekli sahne sanatları ve konuşma/atölye programlarını bir araya getiren çok katmanlı bir yapı.


Özcan’ın özellikle önemsediği şey, geçmişten kasıtlı olarak bırakılan izlerin (ör. seramik panolar, sahne lambaları) bugünün etkinlikleriyle kurduğu canlı temas. Tüm arızalar örtülmüyor; bazı “kusurlar” mekânın hikâyesini anlatan ipuçları olarak korunuyor. Kuruluş felsefesi, “oluş hâlini” seyirciyle birlikte sürdürmek: Dört salonlu geçmişten bugün tekrar çoğalan kapasiteye doğru ilerlerken, henüz devreye alınmamış bir salonun varlığı bile “birlikte tamamlanacak” bir süreç olarak paylaşılıyor.


Erişilebilirlik, seyirciyle ilişki ve “operatörlük”


Her iki konuşmacı da seyirciyi “müşteri” değil “konuk” olarak gören bir dilden yana. Bir etkinliğin yalnızca gösterim anıyla sınırlı kalmadığı, ağırlama–paylaşma–uğurlama üçlüsünün bütününe yayıldığı bir ilişki öneriliyor. Tümer bu pozisyonu “operatörlük” olarak adlandırıyor: Sanatçı, yönetici, teknik ekip ve seyircinin aynı oyunun farklı rolleri olduğu; mekânın kazan dairesinden merdiven boşluğuna kadar her köşesinin potansiyel bir karşılaşma alanı sayıldığı bir yaklaşım.


Kült Kavaklıdere bu anlayışı, sinema salonunu yalnızca film için değil festival, seminer ve atölyeler için de açarak; tiyatro ve konserleri 2023 Ocak’ta devreye giren sahnesinde ağırlayarak; özellikle öğrenci ve bağımsız topluluklara belirli saatlerde prova ve etkinlik kullanım hakkı tanıyarak somutluyor. Özcan’ın vurguladığı “samimiyet”, yüksek beklentiyle gelen farklı kuşakların anılarıyla baş etmenin de yolu: Mekânın hâlâ “oluş halinde” olduğu açıkça paylaşılıyor.


Cermodern ve çağdaş dans: Az ile çok söylemenin etiği


Cermodern’in çağdaş dansla kurduğu uzun soluklu ilişki —özellikle Solo Dans Festivali—, oturumda detaylı biçimde açıldı. Tümer’e göre çağdaş dans, bedenin felsefe, müzik ve performatif anlatıyla kurduğu ilişkiyi “az çoktur” prensibiyle sahneye taşır: Göz alıcı teknik gösteriş yerine ifadenin ekonomisi. Gerektiğinde tek bir sarkan ampul veya tek bir ışık hareketiyle bir evrenin kurulabilmesi; dansçının müziğiyle, koreografisiyle, kendi üretim araçlarıyla dolaşıma girebilmesi, kurumsal altyapıdan çok ifade özgürlüğünü merkeze alır. Cermodern, bu alanı yalnızca “medet umulan” bir program olarak değil, himaye edilmesi gereken bir ifade zemini olarak görüyor.


Sürdürülebilirlik: Gelir karması, şeffaflık ve “on kişiye de oynayabilmek”


Ekonomik sürdürülebilirlik konuşmanın en çıplak başlığıydı.Cermodern: Kültür Bakanlığı’ndan mekân kiralanıyor, ancak etkinlik/program desteği alınmıyor. 38 çalışanın bulunduğu yapı, aileleriyle birlikte yaklaşık 120 kişilik bir topluluğun sorumluluğunu taşıyor. Gelir karması; biletli etkinlikler, sergi/etkinliklerden doğan gelirler, alan tahsisleri ve kurumsal iş birliklerinden oluşuyor. Pandemi sonrası Cermodern, ekosistemi ayağa kaldırmak için sahnelerini bağımsız topluluklara bir süre ücretsiz açmış; bugün de tahsislerde teknik standart/temizlik gibi görünmeyen ama maliyeti ve emeği olan kalemler şeffaf biçimde yönetiliyor.


Kült Kavaklıdere: Başlangıçta ortakların koyduğu sermaye haricinde kamu ya da büyük sponsor desteği olmadan yola çıkılmış. Bugün denge; bilet ve satış gelirleri, iş birlikleri ve zaman zaman kiralamalar üzerinden kuruluyor. Özcan, hızla “kendi kumpanyasını” kuran bir işletme olmaktansa, üreticiler arası bağ kuran ve alan açan bir ara yüz olmayı önceliklediklerini belirtiyor. Düzenli kurs/akademi vb. kararlarında da aynı ihtiyat var: İhtiyaç doğmadan hızlanmamak.


Her iki konuşmacının ortak cümlesi: “Bağımsızlık, hiçbir şeye bağımlı olmamak değil; kamu fonuna yaslanmasanız da seyircinin beklentisi, doluluk baskısı, nitelik sorumluluğu gibi yeni bağımlılıkları şeffaf biçimde yönetmek.” Bu yüzden “on kişiye de oynayabilmek” yalnız bir romantizm değil; uzun vadeli kültür politikası fikri.


Mekâna müdahale, eleştiri ve topluluk: Gri bölgeleri korumak


Tümer, sanatın müdahaleci niteliğini “mekâna müdahale” örnekleriyle somutladı: Bir kazan dairesinin sergi alanına çevrilmesi, “Wi-Fi lazım” diyen sanatçıyla teknik altyapı müzakeresi, servis salonunda oyun deneyimi… Bu örneklerin ortak paydası, resmî vitrin/ana arter ile “yan sokaklar/alternatif hattın” birbirini eleştirerek ve besleyerek yaşaması. Eleştirinin kurumsal programı keskinleştiren bir besin olduğunun altı çizildi.


Bu noktada topluluk meselesi açıldı. Berlin örneğiyle karşılaştırmalı bir not: Devlet desteği yüksek kurumlardaki “koltuk satışı/üyelik” modelleri, yine de her premierede aynı yüzleri bir araya getiriyor; yani aidiyet ekonomik modelden bağımsız olarak oluşuyor. Kült Kavaklıdere’nin gündemine giren “Kült Kart” fikri, farklı etkinliklere düzenli gelenlerin kurduğu bağı sistematik biçimde beslemeye dönük.


“İstanbul’da açar mıydınız?” sorusu ve Garajistanbul deneyimi


Dinleyici katkıları, tartışmayı sahadan örneklerle derinleştirdi. Bir oyuncu, Cermodern’de farklı mekânsal düzenlerde (fuaye, dış mekân, servis salonu dahil) oynama deneyimini anlatarak “yalnızca alan sağlayıcı mı, yoksa üretim de yapar mısınız?” diye sordu. Tümer, dönem dönem kendi prodüksiyon ve kampanyalarının olduğunu, fakat bir kentin ihtiyacına göre yer açan bir operatörlüğü önceliklediklerini; pandemi sonrası sahneleri ücretsiz açmanın da bu yaklaşımın parçası olduğunu söyledi. Özcan ise oyuncu–dramaturg–yönetmen olarak farklı topluluklarda üretmeye devam ettiğini; Kült adıyla aceleci bir “ev içi kumpanya” kurma niyetinde olmadıklarını, alan açma ve buluşturma işlevini korumak istediklerini belirtti.


“İstanbul’da olsaydınız böyle bir mekân kurar mıydınız?” sorusuna Tümer’in cevabı, “havaî fişek ekonomisi” benzetmesiyle geldi: Sürekli patlayan gösterilerin seyirci ve mekânları yorduğu; yarış ve gösterişin nitelik üretmediği bir iklime işaret etti. Berlin örneği ise başka bir dinleyiciden geldi: Garajistanbul’un kurucularından biri, 2007’deki kuruluş sürecini, açılışta alınan sınırlı kamusal destek dışında özel sektör ve kişisel gelirlerle sürdürülen modeli ve Gezi sonrası kapanış kararını anlattı. Aynı dinleyici, bellek ve süreklilik sorununu; bir sanat mekânının çevresindeki kentsel dönüşüme öncülük edip sonra yok oluşa tanıklık etmesini sordu. Bu soru, Ankara’da da sorulması gereken uzun erimli bir başlık olarak kayda geçti.


Yeni sahneler, esnek mimariler: Black box ve dönüşebilirlik


Festival bağlamında, yeni bir black box sahnenin (adı Ali Cankurtulu olarak anıldı) açılışı hatırlatıldı. Dönüştürülebilir, her yanı değiştirilebilir bir sahne tipi olarak black box, Ankara’nın programlamasına esneklik ve deney alanı ekliyor. Bu, hem Cermodern’in “az ile çok söylemek” fikriyle, hem de Kült’ün çok-disiplinli ve modüler etkinlik omurgasıyla örtüşüyor.


Krizle baş etme pratiği: Su basması ve “iki hafta sonra salona yetişmek”


Kült Kavaklıdere’nin “oluş halinde olma” etiği, konuşmada çok somut bir örnekle geçti: Su baskını yaşanan bir dönemde, pratik çözümlerle (tahliye, geçici kapama, hızlandırılmış onarım) iki hafta sonraki gösterime salonun yetiştirilmesi. Bu, bir yandan işletme ciddiyeti; öte yandan seyirciyle açık iletişim ve “birlikte tamamlama” dili olarak anlatıldı.


Politika, etik ve sanatın içini boşaltmak/boşaltmamak meselesi


Tümer’in değindiği bir başka katman, uluslararası iş birlikleri üzerinden sanatın politik sorumluluğu tartışmasıydı. Kimi gösterilerde diplomatik düzeyde yöneltilen “Savaşı neden durdurmadınız?” gibi soruların, sanatçıyı temsil ve etik arasında sıkıştıran bir alan açtığını; bu noktada Cermodern’in gösterişe değil yoğunluğa yönelen bir estetikle “içini boşaltmak/yığmamak” arasında ince bir denge gözettiğini anlattı. Burada kastedilen, akademik yığılmanın ifade önüne geçmesine izin vermeyen; mesajı sahne araçlarının ekonomisiyle taşıyan bir yaklaşımdı.


Hafıza, süreklilik ve Ankara’ya özgü bir kültür ekolojisi


Söyleşinin belki de en güçlü alt teması, hafıza ve süreklilikti.

  • Cermodern, endüstriyel bir kalıntıyı kamusal kültür yapısına dönüştürürken;

  • Kült Kavaklıdere, sinema belleğini bugünün üretimleriyle çaprazlayan bir model öneriyor.

Her iki örnekte de “kültürel mirası dondurmak” değil, bugünle canlı temas kurmak esastı. Mekânlar, donmuş vitrinler değil; seyirci ve üreticinin birlikte dönüştürdüğü organizmalardı. Ankara bağlamında, yarış ya da gösterişe değil, dayanışma ve ortak akla yaslanan bir kültür haritasının mümkünlüğü, oturum boyunca farklı biçimlerde tekrarlandı.


Kapanış: Bir festivalden fazlası


Bu ilk oturum, Ankara’daki bağımsız sanat kurumlarının farklı dillerini ve ortak dertlerini aynı masada buluşturdu. Cermodern’in çağdaş dans ısrarıyla beden–düşünce ilişkisini açan sahası; Kült Kavaklıdere’nin sinema geçmişini bugünün çok-disiplinli üretimleriyle kaynaştıran yaklaşımı, şehrin sanatsal dolaşımına iki ayrı kapıdan temiz hava üflüyor.


Burada “bağımsızlık”, yalnızlık değil: Şeffaflık, esneklik ve sorumluluk üzerinden kurulan bir ortaklıklar ağı. Erişilebilirlik ve topluluk (aidiyet) bu ağın dokusunu oluşturuyor; sürdürülebilirlik ise gösterişli kampanyalardan çok görünmeyen emeklerin doğru yerde birikmesiyle mümkün. “Meselemiz Ankara” dizisinin sonraki oturumları, bu haritayı daha da ayrıntılandırmaya aday. KentFest, gösteriler arası bağları görünür kıldıkça bir festivalden fazlasına dönüşüyor: Yaşayan bir kültür protokolüne.


Not: Bu metin, oturumun ses kayıtlarından hazırlanan dökümün ayrıntılı bir anlatılaştırmasıdır; konuşmacıların vurgularını içeriğin akışını gözeterek bir araya getirir ve gözlemci-raportör üslubunu korur.

 
 
  • Instagram
  • Whatsapp
  • X
bottom of page