Ankara'nın Tiyatro Sahneleri Mercek Altında: Artıları, Eksileri ve Perde Arkası
- fuayeankara

- 13 Ağu
- 6 dakikada okunur

Tiyatro denince aklımıza genellikle belirli bir mekan gelir: kırmızı koltuklar, kadife bir perde, sahneyi aydınlatan spot ışıkları... Oysa tiyatro, özünde her yerde yapılabilecek büyülü bir sanattır. Ankara'da bir parkta aniden karşınıza çıkan "Yıldız" oyunu gibi, tiyatro bazen sınırlarını yıkar ve sokağa taşar. Ancak bu sanatın icrası için tasarlanmış mekanların kalitesi, hem sanatçının performansını hem de seyircinin deneyimini kökten etkiler.
Fuaye Ankara olarak YouTube kanalımızda gerçekleştirdiğimiz sohbette, Mehmet Caner Soyulmaz ve Serhat Kınalı ile tam da bu konuyu, yani başkentimizin tiyatro mekanlarını masaya yatırdık. Devlet Tiyatroları'nın görkemli sahnelerinden belediyelerin ihmal edilmiş salonlarına, özel tiyatroların var olma mücadelesinden Ankara'nın kanayan yarası "black box" eksikliğine kadar tüm detayları konuştuk. İşte o sohbetin derinlemesine bir dökümü ve Ankara'nın sahne arkasına bir bakış.
Yazlık Hevesler ve Açık Hava Gerçekleri
Yaz ayları, tiyatroyu kapalı salonlardan çıkarıp gökyüzünün altına taşıyor. Türkiye'nin dört bir yanında, Gümüşlük'ten Datça'ya, Urla'dan antik tiyatrolara uzanan açık hava festivalleri ve oyunları düzenleniyor. Peki, açık havada tiyatro izlemek nasıl bir deneyim?
Bu deneyimin iki yüzü var. Bir yanda yıldızların altında, hafif bir esintiyle oyun izlemenin romantizmi; diğer yanda ise rüzgardan hışırdayan mikrofonlar, yan mekandan gelen müzik sesi, vızır vızır geçen arabalar gibi oyundan koparan dış etkenler. Ankara'da Oran Açık Hava Sahnesi'nde bir oyun izlerken, sahnenin hemen arkasındaki AVM'lerden gelen baslı müzik sesi veya yoldan geçen bir arabanın ara gaz sesi, en can alıcı sahnede tüm atmosferi dağıtabiliyor. Bu durum sadece bir ses kirliliği değil, aynı zamanda oyuncunun konsantrasyonunu, seyircinin ise hikayeyle kurduğu bağı zedeleyen bir ihlaldir. Açık havanın getirdiği beklenmedik bir yağmur, aniden çıkan bir rüzgar veya etrafta uçuşan böcekler gibi kontrol edilemeyen unsurlar da cabası.
Ancak doğru oyun doğru mekanda sahnelendiğinde, ortaya unutulmaz işler de çıkabiliyor. Ev Ankara'nın, evinden kaçıp parklara sığınan bir kuşu anlatan "Yıldız" oyununu gerçekten de Ankara parklarında sahnelemesi, mekan ve metnin mükemmel bir birleşimiydi. Seyirci, alışık olduğu koltuk düzeninden çıkıp banklarda veya çimlerde oturarak, oyunun bir parçası haline geldi. Bu, aynı zamanda sanatçılar için büyük bir özveri demekti: her gün farklı bir parkta, engebeli zemine dekor kurmak, bir kafede halkın meraklı bakışları arasında makyaj yapmak ve geleneksel sahne-kulis ayrımı olmadan performans sergilemek... Bu tür deneyimler, tiyatronun ne kadar esnek ve hayatın içinde bir sanat olduğunu hatırlatır.
Bu noktada akla şu soru geliyor: Neden bizim de Fransa'daki Avignon Festivali gibi, yerel üreticiyi destekleyen, uluslararası bir kimliğe sahip, dünyaya sesini duyuran bir açık hava tiyatro festivalimiz olmasın? Avignon, her yaz bütün bir şehri dev bir sahneye dönüştürür; sadece oyunların sergilendiği bir yer değil, aynı zamanda yeni eserlerin prömiyer yaptığı, dünyanın dört bir yanından eleştirmenlerin, yapımcıların ve sanatçıların buluştuğu bir merkezdir. Potansiyelimiz var ama bunun için sağlam bir altyapı, doğru bir vizyon ve kısa vadeli politikalardan arınmış, sürdürülebilir kültür politikaları gerekiyor.
Kalenin Gözdesi: Devlet Tiyatroları'nın Konforu
Ankara'daki kapalı mekanları konuşmaya başladığımızda, ilk durak şüphesiz Devlet Tiyatroları (DT) oluyor. Şehrin en donanımlı, en bakımlı ve teknik açıdan en yetkin sahnelerinin büyük bir kısmı DT'ye ait. Akün Sahnesi, Cüneyt Gökçer Sahnesi, İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi gibi mekanlar, sahip oldukları güçlü bütçe sayesinde sanatçılara ve seyircilere kusursuza yakın bir deneyim sunuyor.
DT sahnelerinde her şey bir matematik üzerine kuruludur:
Teknik Altyapı: Işık ve ses sistemleri son teknolojidir ve kusursuz çalışır. Bu, bir oyunun atmosferini yaratmada hayati önem taşır. Doğru bir ışık tasarımı, karakterin ruh halini yansıtabilirken, temiz bir ses sistemi, en fısıltılı diyaloğun bile son sıradaki seyirciye net bir şekilde ulaşmasını sağlar.
Profesyonel Ekipler: Yılların tecrübesine sahip teknik ekipler, her detaya hakimdir ve müthiş bir disiplinle çalışır. Bir dekorun saniyeler içinde değişmesi, bir efektin tam zamanında girmesi, bu görünmez kahramanların ustalığı sayesindedir.
Kulis ve Konfor: Sanatçıların konforu için her şey düşünülmüştür. Kulisler temiz ve düzenlidir; sahneyi takip edebilmek için ses ve görüntü sistemleri bulunur. Bu, oyuncunun performansına tam olarak odaklanabilmesi için gerekli olan profesyonel bir çalışma ortamı yaratır.
Seyirci Deneyimi: Salonlar temiz, koltuklar sağlamdır ve genel atmosfer her zaman profesyoneldir. Vestiyer hizmetinden program broşürüne, salon görevlilerinin yönlendirmesinden havalandırmanın düzgün çalışmasına kadar her detay, seyircinin kendini değerli hissetmesini sağlar.
Bu yüksek standartlar, DT'nin kamusal bir kurum olmasının ve önceliğinin para kazanmak olmamasının doğal bir sonucu. Bu durum, Ankara'daki tiyatro seyircisinin beklentisini de şekillendiriyor ve diğer mekanlarla arasındaki makasın açılmasına neden oluyor. Seyirci, DT'de alıştığı konforu ve profesyonelliği diğer sahnelerde bulamadığında, ister istemez bir hayal kırıklığı yaşıyor ve bu da özel tiyatrolar hakkında haksız bir önyargı oluşmasına zemin hazırlayabiliyor.
Alarm Zilleri Çalan Yerler: Belediyelerin Vahim Durumdaki Salonları
Devlet Tiyatroları'nın sunduğu konfor alanından çıkıp belediyelere ait salonlara adım attığımızda, ne yazık ki tam bir hayal kırıklığıyla karşılaşıyoruz. Özellikle Yenimahalle Belediyesi'ne ait Dört Mevsim Tiyatro Salonu, yıllardır süregelen ihmalkarlığın en acı örneği. Burası, sadece sanatsal deneyimi baltalamakla kalmayan, aynı zamanda hem sanatçılar hem de seyirciler için ciddi güvenlik riskleri barındıran bir mekan:
Güvenlik Sorunları: Yetersiz elektrik altyapısı nedeniyle oyun aralarında tüm salonun elektriğinin kesilmesi, potansiyel bir yangın riskini akla getiriyor. Bir kısa devrenin yüzlerce insanın bulunduğu kapalı bir alanda nelere yol açabileceğini düşünmek bile istemiyoruz.
Fiziksel Koşullar: Bakımsız kulisler, kirli ortam, bozuk tuvaletler ve genel bir döküntü hali hakim. Bu durum, hem seyircinin mekana olan saygısını zedeliyor hem de sanatçıya değersiz hissettiriyor.
Profesyonellik Dışı Ortam: Oyun sırasında, kulisin hemen arkasındaki müdür odasında yüksek sesle maç izlenmesi ve içeride içilen sigaranın dumanının tüm sahne arkasına yayılması gibi inanılmaz olaylar yaşanabiliyor. Bu, sanata ve sanatçıya yapılan en büyük saygısızlıklardan biridir.
Bu sorunlar sadece tek bir mekana özgü değil. Çankaya Belediyesi'nin salonlarında da altyapısal eksiklikler mevcut. Moda Sahnesi gibi Türkiye'nin en önemli tiyatrolarından biri, Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde havalandırma sorunu yaşayabiliyor. Belediyeler bu salonları tiyatro ekiplerine ücretsiz vermiyor, kirasını alıyor. Buna rağmen bu temel standartların karşılanmaması kabul edilemez.
Genco Erkal, Yaşar Kemal gibi değerli isimlerin adını salonlara vermekle sorumluluk bitmiyor. O isimlerin sanata ve sanat mekanlarına gösterdiği özeni ve saygıyı göstermek gerekiyor. Genco Erkal'ın, tarihi Muammer Karaca Tiyatrosu'nu kurtarmak için kişisel olarak nasıl borçlandığını, o mekanın ayakta kalması için nasıl çabaladığını bilmeden onun adını bir salona vermek, o ismin mirasına hakarettir. Seyirciler olarak bizlerin de bu durumu kanıksamayıp, yerel yönetimlerden daha iyisini talep etme hakkımız ve sorumluluğumuz var.
Ankara'nın Kanayan Yarası: Bir Tane Bile "Black Box" Sahne Olmaması
Ankara'ya gelmek isteyen ancak gelemeyen birçok oyun var. Sebebi ise çok basit: Sahne yapılarının uygun olmaması. Özellikle son yıllarda yaygınlaşan, seyircinin iki veya dört tarafta konumlandığı, esnek ve yaratıcı sahneleme imkanı sunan oyunlar için Ankara'da neredeyse hiç uygun mekan yok.
İşte bu noktada başkentin en büyük eksikliği ortaya çıkıyor: Black Box (Kara Kutu) sahne.
Black box, her tarafı siyaha boyanmış, sabit bir sahnesi ve seyirci alanı olmayan, çok amaçlı bir salondur. Adeta boş bir tuval gibidir. Işık ve ses sistemleri tüm tavana yayıldığı için mekan, oyunun ihtiyacına göre istenildiği gibi şekillendirilebilir. Seyirci ortaya alınıp oyun etraflarında dönebilir, seyirciler ve oyuncular iç içe geçebilir veya seyirci grupları mekanın farklı köşelerine yerleştirilerek farklı perspektifler yaratılabilir. Bu, sadece klasik İtalyan sahne düzenine sıkışıp kalmış tiyatro anlayışını kırmakla kalmaz, aynı zamanda dans, performans sanatı gibi farklı disiplinlere de kapı aralar. Bu eksiklik, Ankaralı tiyatrocuların yaratıcılığını da sınırlıyor; onları belirli kalıplar içinde düşünmeye zorluyor ve deneysel işler üretmekten alıkoyabiliyor.
Aralık Sahne veya KÜLT gibi özel tiyatrolar, kendi kısıtlı imkanlarıyla mekanlarını dönüştürerek bu tür oyunlara ev sahipliği yapmaya çalışıyor. Ancak bunlar, bir ihtiyaca yönelik geçici çözümlerdir. 6.5 milyonluk bir başkentin, kültürel döngüsü bu kadar hareketli bir şehrin bir tane bile profesyonel black box sahneye sahip olmaması, üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir eksikliktir.
Özel Tiyatrolar: Ayakta Kalma Mücadelesi ve Bizim Sorumluluğumuz
Tüm bu denklemde özel tiyatrolar, en zorlu mücadeleyi veriyor. Herhangi bir büyük kamusal destek almadan, sadece bilet gelirleri ve bulabildikleri sponsorluklarla ayakta kalmaya çalışıyorlar. Onların gider kalemleri saymakla bitmez: fahiş kiralar, ticari tarifeden gelen elektrik ve su faturaları, personel maaşları ve sigortaları, bilet gelirinden kesilen vergiler, her oyun için ayrı ayrı yapılan dekor-kostüm masrafları ve tanıtım giderleri... Bu mekanlar, kâr amacı güden işletmelerden çok, birer tutku projesidir.
Bu mekanları eleştirirken yapıcı olmak zorundayız. Çünkü onların ayakta kalması, biz seyircilerin katkılarına bağlı. Bir koltuğun kırık olmasından şikayet etmek yerine, o koltuğun tamir edilebilmesi için tiyatronun daha fazla bilete satması gerektiğini anlamalıyız. Onların varlığı, şehrin kültürel çoğulculuğunun ve bağımsız sanat üretiminin teminatıdır. Yarın bu sahneler bir bir kapandığında, şikayet edecek bir yerimiz bile kalmayabilir.
Sonuç: Sesimizi Yükseltme Zamanı
Ankara'nın tiyatro mekanları manzarası, inişli çıkışlı ve çelişkilerle dolu. Bir yanda Devlet Tiyatroları'nın sunduğu yüksek standartlar, diğer yanda belediyelerin tehlike arz eden salonları; bir yanda özel tiyatroların kahramanca mücadelesi, diğer yanda ise tüm şehri geri bırakan "black box" gibi devasa bir altyapı eksiği.
Seyirci olarak bize düşen, bu mekanlara sahip çıkmaktır. İyi olanı takdir etmek, kötü olanı ise yüksek sesle dile getirmekten çekinmemeliyiz. Belediyelere ait salonlardaki sorunları sosyal medyada fotoğraflarıyla paylaşarak, belediyelerin ilgili birimlerine e-posta yazarak gündeme getirmeli, can güvenliğimizi ve sanatsal deneyimimizi tehdit eden koşullara "dur" demeliyiz. En önemlisi de bilet alarak, oyunlara giderek ve alkışlarımızla özel tiyatroların yanında olduğumuzu göstermeliyiz. Çünkü o sahneler, bizim için var ve onların ışığının sönmemesi, biraz da bizim elimizde.



